Sayfalar

BORNOVA


"Her şey olabildiğince basit olmalı, ama daha basit değil." -Albert Einstein


   Bornova'ya gitmem gerekene kadar her şey yolunda. Önceden evden çıkarken başlardı içimdeki sıkıntı. Şimdi durağa kadar sabrediyor. Bunalıyorum, sıkılıyorum. Bugün tekrar notlar tutmaya başlamamın nedeni, nedenini bilmemem; bunaltımın.


   Oysa her şey iyiydi üç gün öncesine değin. Okula gidiyor, iyi vakit geçiriyordum. Kendimi verimli bir birey gibi hissediyordum, şu anın tersine. Zihinsel hastalıkların, hastalık olup olmadığı felsefenin konusu olmuştur. Demek istediğim bir birey topluma yararlı olması için tedavi edilmeli mi? Yoksa birey bu durumda mutlu olamadığı için mi tedavi ediliyor? Ben ikinci görüşten yanayım, sistemin insanları sömürdüğü doğru olsa da, bu zihinsel halet-i ruhiye sağaltıldığında devletin doğrudan pragmatik bir fayda sağladığına inanmıyorum.
   
   Düşüncelerin ruhsal durum(duygu durum) üzerindeki ve tam tersinin feed-back mekanizmasına inanıyorum. Ancak düşünceleri tetikleyen bir güdü olmalı zira insan düşüncelerini de kolay kolay değiştiremiyor, duygularını değiştiremediği gibi.


   Gerçekten sıkıntılı bir gün geçirip geçirmeyeceğimi bilmiyorum. Aslında bu çıkarımların, kurguların doğru olmadığını kendime kanıtlamıştım. Kestirilen, görünen değildir. Yine de o günü yaşayıp, deneyimleme gücünü kendimde bulamıyorum. Araştırmam gereken "nedenlerden" sanıyorum, en önemlisi bu; çabuk pes ediyorum. Yoruluyorum.

YALNIZLIK VE DİĞERLERİ

   Kendimi bildim bileli zekamdan başka bir özelliğime itibar etmem. Tek başıma bıraksalar (...) her şeyin üstesinden rahatlıkla gelebileceğimi düşünüyorum. Yahut birisi ''gerçekten'' destek olsa. Yarım yamalak yanımda olunduğunda kendime verdiğim umudu, gücü paylaşıyor; inançlarıma inanmasını sağlamak için çaba sarfediyorum.

Gerekli olduğunda burada değildi.
Burda olduğunda gerekli değildi. 
Burda değildi ya, gitmiş de değildi. *

   Yazarları be büyük bestecileri hep çok sevdim. Her şeye rağmen devam etmeleri beni hep şaşırtmıştır. Bunu benim de başardığım da, bir gün, yirmi yaş bunaltısında bir genç, kendine çok yakın hissedecek. Biliyorum. Edebiyatın bir amacı da bu değil mi? Yalnızlık.

   Yalnız olduğumda, kitaplara, zeka oyunlarına ve akademik alanıma gömülüyorum, piyano dinliyorum. Bunlar beni tatmin eden aktivitelerdir. Ve çok az yazıyorum. Sanırım bunları daha sık ve daha düzenli yapmalıyım. Düşünsel yaşamın verdiği doyumu ve insanların arasında olmanın verdiği keyifi birleştiren bir alanı olmalı insanın. Bu alan insanın tutkusudur. Tutku keşfedilmeli, aksi taktirde ikisi de tek başlarına yetersiz kalıyor.

İRADE, DÜZEN VE DRAM

   Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek.* Kim olduğumuz gibi, neden yaptığımızı da bilmiyoruz. Geriye "Ne" ve "Nasıl" soruları kalıyor. Korkarım, bunlardan ötesini düşünmemek getiriyor çoğu insana mutluluğu. Mutluluk, doyum mudur? Bu soruya yanıtınızdan memnun musunuz? İnsanların bir kanıya kolayca varması beni daima şaşırtmıştır. Sık sık kendimi yaşayan ilk ve tek insan olarak tasavvur ederim.

   Düzensizliğin de bir düzen olduğuna, insanın tepkisiz kalmasının mümkün olmadığına inanırım. Bu noktada hepimiz gündelik rutinlere sahibiz. Mutlu değilsek, işe bu noktadan başlamak gerektiğine inanıyorum. Sigarayı bırakmak, uykuyu ve sporu düzene koymak, zihni yeni disiplinlerde eğitmek, akademik anlamda çalışmak, düzenli kitap okumak, tadında olan sosyallik standartlarımızı yükseltecektir. Aktif bir yaşam şüphesiz gereklidir. Yoksa "Hepimiz taşın üzerinde oturan bilgelere döneriz. Bu da ne kadar bilgece bilemiyorum." * Bunun için gerekli irade, o müthiş duygu ve düşünceleri saf dışı bırakma yetisi nasıl edinilebilir? Bir dramın çözümü yaptığını yapmamakta olabilir.


BAZILARI IŞIĞIN, BAZILARI GÖLGENİN PEŞİNE DÜŞTÜ *

   Her şeyden önce nesnel doğrunun olmadığını, birisinin ışığın öbürüne gölge ettiğini kabul ederim. Gerçekten merak ettiğim seçimin ne olduğu değil, nasıl yapıldığı.. Yazarlar ve okurlar kağıt yığınlarının, besteciler enstrümanlarının, yabancılar direksiyonun diğerleri de televizyonlarının başına geçtiler uzun bir günün ardından. Sizi temin ederim bu denemenin yazarı tutkusunu bulamadı. Umudumu yitirmiyorum; yapılabileceklerin hepsini yapmadım. Bunların bir kısmını yapamayacak, bir tanesi ise, umarım, tutkum olacak.
   Yaşamımı iyi, güçlü ve içten sürdürmeye çalışıyorum, "zor olan adam olmak değil, adam kalmak."***** biliyorum. Sadece ne yaşadığımdan emin olamıyorum. Basit bir şeymiş gibi; sadece.

YABANCI

   Birbirine gerçekten dürüst iki insanın iki yabancı olduğu görüşüne sahibim. Bu, genelde başta ve sonda olur. Gerçek ortaya çıkar, takke düşer. Bir insana kendimi açtıkça, yabancılığı yitirip yakınlaştığımı düşünmem ama aslında bunun tam tersinin olduğu görmek beni dehşete düşürüyor. Bu büyüyü bozmayan eşi, dostu arar dururum. Dünyanın -haddinden fazla- kalabalık olması sadece bu yönüyle içimi rahatlatır. Bu nedenle yollara düşen kayıp ruhları yadırgamamak gerekir. Senin de bazen "alıp başını çekip gitmek" istediğin olmuyor mu?

OKUMA-YAZMA: YEDİ YAŞINDA HAKSIZLIK

   İnsanın önce, bedenini farkına varmasını-beden beyini taşıyan bir araçtan fazlasıdır bence-, irade kazanmasını, okuma-yazma öğrenmesine yeğ tutarım. Okuma ve yazma etkiliğinin insanı nevroza sürüklediğine inanır mısınız? Nedense etrafımda mutlu okur ve ya yazar nadir buluyorum.Bu nedenle bazen bilimin huzurlu, kesin dünyasına bırakırım kendimi. Kafanın dolu olmasıyla karışık olmasının aynı şey olmadığının artık farkındayım.



Düşüncelerimde yanlış olabileceğimi memnuniyetle kabul ederim; yeterki gerekçeniz olsun.