Sayfalar

Herşey Biraz Truman Show

Sadece çok azı film olan bir film Truman Show. Filmin hikayesinden bahsetmek saçma olacak. Bahsedilemez ne denilebilir: bütün hayatı televizyon programı olarak tasarlanmış bir adamın acıklı hikayesi mi? Hayır, Truman Show şu anda var olduğumuz, yaşadığımız, dokunduğumuz, kokladığımız, gördüğümüz ama hepsinden çok sandığımız hayatın yapaylığını gösteren, silkeleyen, sarsan, korkutan ama uyandırmayan bir gerçeklik.


Belki de herkesin hayatından bir andır Truman Show. Çocukluktan proglamlanmak: dokunamayacağımız, ulaşamayacağımız, oraya hiç gidemeyeceğimiz, sevemeyeceğimiz, alışamayacağımız, kaybedeceğimiz, özleyeceğimiz ve hepsinden önce veya sonra, bunları bilemeyeceğimiz.


Şu anda tam şu an bulunduğumuz yerde neden bulunuyoruz, neden başka bir yer değil de tam şu anda bulunduğumuz yerdeyiz. Para kazanmak? Aç kalmamak? Anne? Baba? Sevgili? Sanırım sayılabilecek her şeyin yaratığı sınırlar. Truman, Fiji adalarına gidemezdi çünkü diğer insanlara göre daha iyi bir işi vardı, çünkü evinin ödenmesi gereken taksitleri vardı, çünkü Truman annesinin sesini duyduğunda yanında olması gerekir, çünkü Truman bütün birikimini orada kaybedemezdi, Truman'ın her sabah gazete almak her sabah aynı adamlara selam vermek gibi alışkanlıkları vardı ve Truman'ın öğretilmiş korkuları vardı.


Truman'ın neyi yiyeceğine, kullanacağına, neyi dinleyip neyi izleyeceğine karar veren reklamları vardı. Çim biçme makinesi ne zaman eskidi ne zaman işe yaramamaya başladı? Daha yenisi çıkınca Truman'ın çim biçme makinesi daha kötü ve işe yaramaz gözükmeye başladı. Truman'ın reklamları kullanması gerektiği kakao markasını ona söyledi, kullanması gerekiyordu çünkü dünyadaki en iyi kakao oydu biliniyordu insanlar denemiş ve en iyi olanın o olduğuna karar vermişlerdi. O bir film ise sadece, şu anda yaşadığımız ne? Kafamızı her çevirdiğimizde bize talimatlar veren afişler, videolar, 'ünlüler' ne?


Keşfedilecek gerçekler belki de var bir yerde ama bizde onları bulabilecek Truman cesareti var mı?


Ve olur ya belki sizi göremem, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler...

War Photographer/James Nachtwey

Yönetmenliğini Christian Frei'in yaptığı dokümanter bir film. James Nachtwey'in savaş fotoğrafçılığını ele alır.
                                                           
Fotoğraf makinesinin üstüne yerleştirilmiş parmak kamera ile James'in vizöründen savaş fotoğrafçılığının anlamını tanımlayabiliyoruz. Ayrıca kameranın konumu itibarı ile makinenin enstantane hızını, diyaframını görebiliyoruz.

Zor geçen zamanlardan, beyne işlenmiş yüzlerden, çatışmalardan sonra bu yükü üzerinden atmak için arkadaşlarıyla eğlenip, birkaç bira içmeye, kafasını dağıtmaya, omuzlarını silkmeye çalışan bir adam değil, bu yüke katlanmak için bir bardak su içip uyumaya çekilen bir adamın öyküsü. Bütün kariyerini görünmez olmaya çalışarak geçiren bir adam.
'Bazen kendimi insanların acılarıyla beslenen fotoğraf makineli bir vampir gibi hissediyorum.'
Bunu söylerken bile başı öndeydi, sesi mahcuptu. Şöyle devam ediyordu sonrasında;
'En kötü tarafı, bir fotoğrafçı olarak başkalarının mutsuzluğundan yararlanmam. Bu düşünce hiç aklımdan çıkmıyor. Her gün. Zira biliyorum ki ihtirasım ve kariyerim bir gün merhamet duygularımı ele geçirirse ruhumu satmış olacağım. Mesleğimi ancak acı çekenlere saygı duyarak aklayabilirim. Diğerleri tarafından kabullenilebilmenin ve kendi kendimi kabullenmemin sebebi de bu saygıdır.' 
Filmde yer alan 3-4 dakikalık bir sahne neden savaşı fotoğraflamak istediğini anlatıyor.

'Tarihin başlangıcından bu yana var olan bir insan davranışına fotoğraf ile son vermek mümkün olabilir mi? Bu düşünce gülünç derecede anlamsız görünüyor. Fakat beni motive eden, işte bu biricik düşünce idi.
Bana göre fotoğrafın gücü insani hisleri ateşlemesinde yatıyor. Eğer savaş bir ‘insaniyeti yok sayma girişimi’ ise, fotoğraf savaşın zıttı olarak algılanabilir ve doğru kullanılırsa savaşın panzehiri içerisinde etkin bir karışım maddesi olarak kullanılabilir.
Eğer bir birey, dünyanın geri kalanına neler olup bittiğini ulaştırabilmek için kendisini savaşın ortasına atma riskini göze alıyorsa, bu kişinin bir açıdan barış için müzakere etmeye çalıştığı düşünülebilir. Belki de savaşın devamından sorumlu olan kişilerin etrafta fotoğrafçı olmasından hoşlanmıyor oluşlarının ardındaki neden budur.
Oradayken deneyimlediğiniz şey aşırı derecede doğrudan. Oradayken gördüğünüz şey, bir sonraki sayfasında rolex saat reklamları olan bir derginin bir sayfasında yer alan, on binlerce kilometre uzaktan gelen bir görüntü değil. Gördüğünüz şey ilaçsız bir acı, haksızlık ve çaresizlik.
Eğer insanlar yalnızca bir kereliğine bile olsa beyaz fosforun bir çocuğun yüzüne ne yaptığını, ya da tek bir merminin çarpması ile ortaya çıkan tarifsiz acıyı, ya da keskin bir şarapnelin bir kişinin bacağını nasıl da kopardığını orada olup görebilseler, eğer insanlar yalnızca bir kereliğine dahi olsa yaşanan acıyı, üzüntüyü orada olup görebilseler, olayların bu noktaya gelmesine izin verilmesine sebep olan hiçbir kazancın bırakın binlercesini, yalnızca bir insanın dahi bu acıyı yaşamasına değmeyeceğini anlayabilirlerdi.
Fakat herkes orada olamaz. İşte bu yüzden fotoğrafçılar oradalar; insanlara göstermek, uzanıp onları yakalamak ve yaptıkları şeye ara verip olan bitene ilgi göstermelerini sağlamak, genel medyanın yatıştırıcı etkilerinin arasından sıyrılıp meydana çıkacak kadar güçlü fotoğraflar yaratıp insanları sarsmak, protesto etmek ve bu protesonun gücü ile diğerlerini de protesto edecek noktaya getirmek için…'

Kendisine ait birkaç fotoğraf:


  • Somoza'nın ulusal muhafızlarına ait parçalanmış bir tank. Managua'daki bir parkta anıt olarak bırakılmıştı. Bir çocuğun enerjisi ve ruhuyla oyuncağa dönüşmüştü. (Somoza - Nicaragua, 1984)





  • 90'larda Sovyetlerin dağılmasından sonra Yugoslavya etnik sınır çizgileriyle bölündü ve iç savaş Bosna, Hırvatistan Sırbistan arasında başladı. Bu Mostar'da evden eve çatışma görüntüsü. Komşu komşusuyla savaşıyor. Bir yatak odası, insanların mahremiyet paylaştıkları yer, hayatın tohumlandığı yer bir savaş alanı olmuştu. 





  • 1994'te Güney Afrika seçimlerini izledikten üç ay sonra Nelson Mandela'nın yemin törenini gördüm ve şimdiye kadar yaşadığım en ilham verici olay buydu. İnsanlığın sunabileceği en iyi şeylerin hepsine örnekti. Sonraki gün Ruanda için yola çıktım ve bu cehenneme doğru hızla inen bir asansöre binmek gibiydi. Bu adam, bir Hutu ölüm kampından yeni salıverilmişti. Onu uzun süre fotoğraflamama izin verdi ve yüzünü ışığa bile döndü. Sanki onu daha iyi görmemi istiyormuş gibi. Sanıyorum, yüzündeki yaraların dünyaya ne söyleyebileceğini biliyordu.Ancak bu sefer Somali'deki askeri felaketten cesareti kırılmış uluslararası toplum sessiz kalmayı tercih etti ve 800.000 civarında insan katledildi. Hemde kendi yurttaşları tarafından. -bazen de komşuları-





  • Kendisi ailesi ile birlikte demiryolu kenarında bir kulübede yaşıyordu. Bir kolu ile bir bacağını tren kazasında yitirmişti. Hikaye yayınlandığında isimsiz bağışlar yağmaya başladı. Bir fon kuruldu ve şimdi aile kırda bir çiftlik evinde yaşıyor, bütün temel ihtiyaçları karşılanıyor. Bu hiç bir şey satmayan bir hikayeydi. Gazetecilik, insanların doğal cömertlik duyguları için bir kanal oluşturmuş ve okuyuculara yanıt vermişti.





  • Bu adam STK'nın beslenme merkezindeydi ve görebileceği maksimum düzeyde yardım görüyordu. Kelimenin tam anlamıyla hiç bir şeyi yoktu. Sanal bir iskeletti. Ancak yinede hareket edecek cesareti ve isteği kendinde toplayabiliyordu. Vazgeçmedi ve eğer o vazgeçmediyse  dünya üzerinde kim umudunu kaybetmeyi düşünür ki ?



Etki Tepki

Hayatımıza giren TV'nin bizi yönlendirmesi, sözlerimizi yönlendirmesi, konuşulan konularımızı kısıtlaması, her şeyi empoze edebilmesi. Karşı konulamayan bağımlılık haline gelmesi. Ne kadar anlamsız olsa da karşı koyamadığımız kutu. Değer verdiğimiz haberlerin değişmesi, olumsuz olsa da tepki verilemeyen bir güç gibi. Evimde kontrolü kendi ellerimde tutmak istiyorum. Gelen etkilere karşı tepkimi daha fazla saklıyamam. İzlemeyi seçersem, bundan pişman olmak istemiyorum.
                                                                                                                                          Ayhan Mutlu


Effect Reactance from Gergin Simov on Vimeo.

Petra


19. yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korumasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur. Doğayı insana karşı korumak. (Peter F. Drucker)

Tarihin başından beri var olan fakat öneminin 1. Dünya savaşıyla birlikte anlaşılmasıyla, petrol rezervlerine sahip olabilmek için sayısız savaş yapılan, ülkelerin ekonomisini ve politikasını belirleyen, zerdüştlük inancının oluşmasındaki yegane neden olarak görülen yüce bir madde ile ilgili ufak bir denemedir petra.

Güneş, iyiliği ve kötülüğü yanına alarak tekrar doğuyordu. Ozan ve Cengiz, güneş arkalarında fakat iyilik ve kötülük yanlarında, insanlığa doğru yürüyorlardı.





Umut

Film dönemine göre, o zamanki şartlara ve sinemasına göre üst düzey bir filmdir. 70'li yıllarda sinemaya farklı bir pencere açan, toplumsal gerçekleri taviz vermeden sergileyen, umudun umutsuzluğa dönüşümünü anlatan bir yapıt.                          
Kesin emin değilim ama yüksek ihtimalle filmin yazılmış bir senaryosu yoktur. Yılmaz Güney'in 'hadi film çekiyoruz' demesiyle başladı. Tuncel Kurtiz'in şöyle bir ifadesi mevcut; 'Yılmaz beni aradı, film çekiyoruz çabuk Adana'ya gel dedi, bende hemen trene atladım geldim.' Aslında senaryo yoktu ama hikaye vardı. Babası define aramaya meraklıydı. Bu da Yılmaz'ın kafasında hep vardı. Filmin bazı sahneleri de babasının evinde çekilmiştir.

Bazı sahnelerin çekiminden önce gülümseten olaylarda yaşanmıştır. Arabanın ata çarpacağı sahne çekilmeden önce at ölmüştür. Ama o sahne yine o atla çekilmiştir. Zar zor bir şekilde ayakta tutarak ufak bir plan halinde kayda alınmıştır. Ölü bir at nasıl ayakta tutulur ki o zamanın sinema teknolojisiyle derseniz, sinemanın büyüsü derim.

Ayrıca film sansür kuruluna takılmıştır. Nedenleri ise şunlardır;
- Faytoncunun giyimi ve kuşamı, fakirliğin bir sembol olarak ele alınması. (Fakirlik bir sembol değildir fakat adam fakirse fakirdir yaneee)
- Zengin otomobil sahibi hakkında takibat yapılamayacağı kanaati. (Filmin o bölümünden bu yüzeysel manayı çıkaran insanlara veya insana, acaba arkadaşları bugünlerde ne diyor ve kaç yaşında olduğunu söylüyor)
- Faytoncunun iş ararken zengin-fakir ayrımı yapması. (Hayat bayram olsa, her fakirin bir fabrikası olsa)
- Cabbar'ın Amerikalı zenciyi soyması. (Malum onların soyması gerekirken biz soymuşuz, ayıp etmişiz)
- Sabah namazının güneş doğarken kılınması (Bu konuda bir fikrim yok)



           

Film Ekimi / 8-15 Ekim 2011


Bu yıl da dünyanın belli başlı festivallerinde ödüller kazanmış, Berlin, Cannes, Venedik ve Toronto'da dünya prömiyerlerini yapan filmlerle usta yönetmenlerin son yapıtlarının da aralarında bulunduğu filmler izleyici karşısına çıkıyor. 


FİLMLER


- Tehlikeli İlişki / Yönetmen: David Cronenberg / İngiltere-Almanya-İsviçre-Kanada 
- Bisikletli Çocuk / Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne / Belçika-Fransa-İtalya
- Gökten Bir Uydu Düştü / Yönetmen: Julie Delpy / Fransa
- Jane Eyre / Yönetmen: Cary Fugunaga / İngiltere-ABD
- Artist / Yönetmen: Michel Hazanavicius / Fransa
- Gelecek / Yönetmen: Miranda July / Almanya-ABD
- Acı Tatlı Tesadüfler / Yönetmen: Cedric Klapisch / Fransa


- Peki Şimdi Nereye / Yönetmen: Nadine Labaki / Fransa-Lübnan
- Uyuyan Güzel / Yönetmen: Julia Leigh / Avustralya
- Yeni Başlayanlar / Yönetmen: Mike Mills / ABD
- Aşkın Formülü Yok / Yönetmen: Andreas Öhman / İsveç
- Şeytanın İkizi / Yönetmen: Lee Tamahori / Belçika
- Melankolia / Yönetmen: Lars von Trier / Danimarka
- Habemus Papa / Yönetmen: Nanni Moretti / İtalya
- Mikrofon / Yönetmen: Ahmad Abdalla / Mısır
- Küçük Beyaz Yalanlar / Yönetmen: Guıllaume Canet / Fransa 


Birçok şehirde gösterimleri vardır.
İzmir / YKM Cinebonus / 13-16 Ekim
Bursa / Bursa Burç / 20-23 Ekim
Diyarbakır / Avrupa Sineması / 27-30 Ekim
Trabzon / Cinebonus Forum Trabzon / 27-30 Ekim
Konya / Kule Site Sineması / 20-23 Ekim


Bilet fiyatları, tam 10 Tl, öğrenciler ve 65 yaş üstü izleyiciler için 8 TL'dir.