Sayfalar

HANEKE'DEN DUYGUSAL BUZLAŞMA

 
 
   Michael Haneke 1974-86 yılları arasında yaptığı televizyon filmleri sonrasında 89'da artık sinemaya başlıyor. Televizyon izleyicilerini yeterince rahatsız ettikten sonra artık rahatsızlık verme sırası sinema seyircilerine gelmiştir. Yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olan Haneke birçok üstat gibi 2. Dünya Savaşı çocuğudur. Kendi deyimiyle ''Kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde seyredemeyeceği filmler'' yapmaya başlıyor. Burjuvanın trajik şiirlerini yazmaya başlayan adam, sinemaya duygusal betonlaşma ile dalıyor.


The Seventh Continent


   Michale Haneke'nin duygusal buzlaşma veya kent üçlemesinin ilki. Aynı zamanda televizyon filmlerinden sonraki ilk filmi. Üç bölümden oluşan filmin ilk iki bölümünü atlatana üçüncü bölümde sürprizler bekliyor.

İlk Bölüm: Durum

   Haneke insanın rutin hayatındaki ''durum''ları anlatıyor. Jenerik ile beraber başlayan araba yıkama sahnesi çok uzun bir plan ile insanı sıkıntıdan patlatıyor. Arınma, temizlenme gibi kavramların önemi vurgulanıyor. Orta sınıf ve inançlı bir ailenin (Tanrı inancı) kendince olumsuz bir olay karşısında sergilediği eylemlerde: şiddet gibi, kızın kör oldum yalanı üzerine annenin tokadı ve ardından yazdığı mektupta kendisinin söylediği yalanlar. Araba yıkama sahneleri bir çeşit günah çıkarma işlemi olarak da görülebilir. Modernliğe tam teslimiyet halindeki insanın duyarsızlığı ailenin kahvaltı sofrasında, iş yerinde açıkça görülüyor. Bunu Benny'nin sözleri ile daha anlaşılır şekilde görüyoruz. ''Dışarıdaki dünyayı ekrandan izlemek bana daha sahici geliyor'' 

   Sabah 6'da uyanmak ve işe gitmek zorundasınızdır. Sabah 6'ya kadar sevişmeyi bitirmiş olmanız gerekir. Sevişme bittikten sonra radyodan gelen alarm sesinde ülkelerin birbirlerini tehdit etmesinin sizin üzerinizdeki etkilerini tahmin edememeniz, gelen zamlara karşılık ''Ben hep 50 liralık benzin alıyodum, zam geldiğine inanmıyorum'' demeniz sadece ve sadece sevişme sonrasındaki orgazm sigarası eksikliğindendir.



İkinci Bölüm: Kırılma noktası

   Ludist (makine-insan karşıtlığı) bir bakış açısına sahip bir bölüm diyebiliriz. İlk bölümde nesneler odaklı sahneler var iken bu bölümde parçalanan nesneler odaklı sahneler mevcut. Ailenin rutin hayatına bankadan tüm parasını güneyde narenciye yetiştirmek için, bir bakıma sözde huzur evresi (into the wild)
çekmesi üzerine seyircinin gözlerini biraz da olsa açıyor. Tamamen açtığı nokta ise tüm bu paraların klozette ebediyete uğurlanması. Ardından ''Nesneler bize asla sahip olamaz'' isyanı evin içindeki tüm nesnelere yansıyor. Son olarak akvaryuma sıra geliyor. Ailenin temsili olan akvaryumda bir balyoz darbesi
ile parçalanıyor. Küçük kızın tüm isyanına rağmen. Balıklar zemin üzerinde çırpınmaya başlıyorlar. Bize ne kadar benziyorlar değil mi? 
Tüm hayatınız bir balyoz darbesine bağlı. Bir başkasına...


Üçüncü Bölüm: Feci Son

   Bu bölümde artık geçmişi, nesneleri yani kendi hayatını yok ettikten sonra bir özgürleşme gerçekleşiyor. Özgürleşme gerçekleştikten sonra geriye sadece evindeki tüm nesneleri parçalanan ama duvarlara tek bir çizik bile atılmayan (o dönemdeki alman toplumu mu desem ne desem) yerlere vasiyet bırakmak kalıyor.

   Haneke'nin söyleşisinde izleyicilerden gelen tepkiler genellikle akvaryumun parçalanmasından sonra balıkların zemin üzerindeki çırpınışları ve paraların klozete atılış sahne imiş. En çok bunlara tepki vermişiz. Haneke'nin şikayeti ise filmin sonundaki feci sona neden bu kadar duyarsız kaldığımız. Bunun cevabını filmin sonundaki ''inkar'' ile yine kendisi veriyor. Diğer sorun ise paranın üstüne sifon çekilmesinin çocuğun ölümünden daha fazla vurgulanması, seyircinin filmi izledikten sonra "hakkaten benim algımda paranın yok edilmesi daha büyük bir tabu mu?" diye sorgulaması için bir numaradır. 

   Dikkat edilmesi gerekn diğer bir nokta ise filmin afişidir. Afişteki dalgaların aktığı tarafa, kumsala ve dağlara dikkatlice bakınız.

''Ulaşılmaz olmaya hakkınız yok, devlet buna izin vermiyor'' dediler.  




Benny's Video

   Duygusal buzlaşma veya kent üçlemesinin ikinci filmi. Aslında ikisinin bir karmaşası olarak duygusal betonlaşma demek daha doğru bir tanım olsa gerek. İlk filmin etkileriyle Benny'nin videosu başlıyor.

   Benny'nin hikayesi bir domuz öldürülürken videoya alması üzerine başlıyor. Domuzun öldürülüşünü başa sarıp yeniden izliyor ve kasedin ilk başında domuz ''canlıdır''. Biz canlıyızdır. Benny'nin hayatı ve mutluluğu videodur.

Orta sınıfa veya daha alt bir sınıfa ait olan kızı video dükkanının önünde gördükten sonra eve davet etmesiyle kendi videosunun baş rol oyuncusunu yaratır. Odanın perdeleri kapalı, dışarıyı kamerayı bağladığı ekrandan izler. Benny için manzara bu ekrandır. Kız domuzu kastederek ''Sen bir ölüm mü gördün''
sorusuna Benny rahatlıkla hayır cevabını veriyor. Ülkemizde özellikle kurban bayramında sıkça görülen bu tür durumlardan büyüyen çocuğu belli bir sürede televizyon karşısına oturttuğumuzda alacağımız sonuç buna benzer olacaktır.

“Çocuklar duygusal ya da entelektüel destek verilmeksizin televizyonun önünde bırakılırsa, 
onlar için Saraybosna’daki bir cesetle ‘terminatör’deki bir ceset arasında gerçeklik açısından bir fark kalmaz… Benny aslında ne yaptığının farkında değil, çünkü videolarda tek yapmanız gereken filmleri geri almak, böylece ölen insanlar yeniden canlanır.” 
– Michael Haneke

   Duygusal betonlaşmanın başladığı nokta ise Benny'nin, ölüm duygusunu tatmak için ya da kıza tattırmak için kızı öldürmesidir. Bu olayı videoya alır. Videoyu başa aldığında hala kızın yaşadığını gören Benny bu duygudan ''yine'' yoksun kalıyor. Ailesine izlettikten sonra ise televizyonu kapatıyor ve olay tamamen kendi zihninde sonlanıyor. Ailenin olay karşısındaki duyarsızlığı, babanın ''siz en iyisi mi güney sahillerine
belli bir süre narenciye yetiştirmeye gidin, gerisini ben hallederim'' düşüncesi üzerine anne ve oğul Mısır maceralarına başlarlar. Filmin çoğu noktasında burjuvaziye eleştiri getirilirken, en çok eleştiri getirildiği nokta ise bu Mısır maceralarındaki tavla oynandığı sahne. Birincisi o nasıl bir burjuvaziliktir ki kocaman zarlarla oynuyorsunuz, ikincisi tavlada her oyuncunun kendine ait bir çift zarı yoktur.

   
   Burjuvazi demişken, filmde Benny'nin kumandası önemli bir yere sahip. Kumanda burjuvanın elindeyken geri sarıp bir olaya ''kaza'' diyebiliyor, kendilerinin yaptığı bir kaza ise, video tamamen siliniyor, manipüle ediliyor. Ütopik bir örnek olarak, 11 Eylül saldırısı sonrasında CNN kanalının yaptığı yayınlar.

   Kızın öldürülürken gösterilmemesinin nedeni tahminimce The Seventh Continent filmi sonrasındaki eleştirilerden dolayı. Ve yine eleştirilerden dolayı cesedin temizlenme sahnesi daha uzun, aynı The Seventh Continent filmindeki paraların klozete atılıp üstüne sifon çekilmesi sahnesinin uzun bir şekilde gösterilmesi gibi. Benny'nin kafasından cinayeti tamamen sildiğini bardağa süt koyarken yarısının dışarıya dökülmesi üzerine bezi alıp aynen cesedin çevresindeki gibi temizlemesinde ve her hangi bir duygusal durum hissetmemesi, Haneke'nin deyimiyle duygusal buzlaşmanın gerçekleşmesi.



71 Fragments of a Chronology of Chance

   Haneke'nin 1994 yapımı duygusal buzlaşma serisinin son filmidir kendileri. 71 plandan oluşan film adını buradan alır. 

   Diğer iki filme göre içerisinde biraz daha fazla medya eleştirisi bulunuyor. Medyanın insan üzerindeki etkilerinin farkına varılmadan nasıl değişim ve dönüşüme uğradığı, sık sık haber bültenlerine bağlanarak görüyoruz. Bu haber bültenlerinde yine Yugoslavya'da ki iç savaş, İrlanda'da ki İra saldırıları, Türkiye'de ise Pkk'nın bir köy kahvesini taramasını izliyoruz. Filmin bir bölümünde de göçmen çocuğun gazete bayisinin önündeyken Cumhuriyet gazetesinin Pkk ile ilgili manşetinin görüyoruz. 

   Farklı hayatların birbirleriyle kesişmesi, dönüşmesi, değişmesi üzerine giden film, bu hayatları ya da parçaları kendimizce tamamlayıp yorumlamamıza olanak sağlıyor. Zira herkesin parçası birbirine bağlı. Buna benzer başka bir sahneyi de 2008'de David Fincher'ın ''The Curious Case of Benjamin Button'' filminde göreceğiz. Bu bağ içerisindeki yaşamda gerçekleşen olayların nedenini galiba hiç bir zaman bilemeyeceğiz. İstasyon görevlisinin ''Cinayet neden işlendi'' sorusuna verdiği cevap Haneke'nin bize katıldığını görebiliriz. Şöyle ki:

''Bilemiyorum, çok saçma...''