Sayfalar

War Photographer/James Nachtwey

Yönetmenliğini Christian Frei'in yaptığı dokümanter bir film. James Nachtwey'in savaş fotoğrafçılığını ele alır.
                                                           
Fotoğraf makinesinin üstüne yerleştirilmiş parmak kamera ile James'in vizöründen savaş fotoğrafçılığının anlamını tanımlayabiliyoruz. Ayrıca kameranın konumu itibarı ile makinenin enstantane hızını, diyaframını görebiliyoruz.

Zor geçen zamanlardan, beyne işlenmiş yüzlerden, çatışmalardan sonra bu yükü üzerinden atmak için arkadaşlarıyla eğlenip, birkaç bira içmeye, kafasını dağıtmaya, omuzlarını silkmeye çalışan bir adam değil, bu yüke katlanmak için bir bardak su içip uyumaya çekilen bir adamın öyküsü. Bütün kariyerini görünmez olmaya çalışarak geçiren bir adam.
'Bazen kendimi insanların acılarıyla beslenen fotoğraf makineli bir vampir gibi hissediyorum.'
Bunu söylerken bile başı öndeydi, sesi mahcuptu. Şöyle devam ediyordu sonrasında;
'En kötü tarafı, bir fotoğrafçı olarak başkalarının mutsuzluğundan yararlanmam. Bu düşünce hiç aklımdan çıkmıyor. Her gün. Zira biliyorum ki ihtirasım ve kariyerim bir gün merhamet duygularımı ele geçirirse ruhumu satmış olacağım. Mesleğimi ancak acı çekenlere saygı duyarak aklayabilirim. Diğerleri tarafından kabullenilebilmenin ve kendi kendimi kabullenmemin sebebi de bu saygıdır.' 
Filmde yer alan 3-4 dakikalık bir sahne neden savaşı fotoğraflamak istediğini anlatıyor.

'Tarihin başlangıcından bu yana var olan bir insan davranışına fotoğraf ile son vermek mümkün olabilir mi? Bu düşünce gülünç derecede anlamsız görünüyor. Fakat beni motive eden, işte bu biricik düşünce idi.
Bana göre fotoğrafın gücü insani hisleri ateşlemesinde yatıyor. Eğer savaş bir ‘insaniyeti yok sayma girişimi’ ise, fotoğraf savaşın zıttı olarak algılanabilir ve doğru kullanılırsa savaşın panzehiri içerisinde etkin bir karışım maddesi olarak kullanılabilir.
Eğer bir birey, dünyanın geri kalanına neler olup bittiğini ulaştırabilmek için kendisini savaşın ortasına atma riskini göze alıyorsa, bu kişinin bir açıdan barış için müzakere etmeye çalıştığı düşünülebilir. Belki de savaşın devamından sorumlu olan kişilerin etrafta fotoğrafçı olmasından hoşlanmıyor oluşlarının ardındaki neden budur.
Oradayken deneyimlediğiniz şey aşırı derecede doğrudan. Oradayken gördüğünüz şey, bir sonraki sayfasında rolex saat reklamları olan bir derginin bir sayfasında yer alan, on binlerce kilometre uzaktan gelen bir görüntü değil. Gördüğünüz şey ilaçsız bir acı, haksızlık ve çaresizlik.
Eğer insanlar yalnızca bir kereliğine bile olsa beyaz fosforun bir çocuğun yüzüne ne yaptığını, ya da tek bir merminin çarpması ile ortaya çıkan tarifsiz acıyı, ya da keskin bir şarapnelin bir kişinin bacağını nasıl da kopardığını orada olup görebilseler, eğer insanlar yalnızca bir kereliğine dahi olsa yaşanan acıyı, üzüntüyü orada olup görebilseler, olayların bu noktaya gelmesine izin verilmesine sebep olan hiçbir kazancın bırakın binlercesini, yalnızca bir insanın dahi bu acıyı yaşamasına değmeyeceğini anlayabilirlerdi.
Fakat herkes orada olamaz. İşte bu yüzden fotoğrafçılar oradalar; insanlara göstermek, uzanıp onları yakalamak ve yaptıkları şeye ara verip olan bitene ilgi göstermelerini sağlamak, genel medyanın yatıştırıcı etkilerinin arasından sıyrılıp meydana çıkacak kadar güçlü fotoğraflar yaratıp insanları sarsmak, protesto etmek ve bu protesonun gücü ile diğerlerini de protesto edecek noktaya getirmek için…'

Kendisine ait birkaç fotoğraf:


  • Somoza'nın ulusal muhafızlarına ait parçalanmış bir tank. Managua'daki bir parkta anıt olarak bırakılmıştı. Bir çocuğun enerjisi ve ruhuyla oyuncağa dönüşmüştü. (Somoza - Nicaragua, 1984)





  • 90'larda Sovyetlerin dağılmasından sonra Yugoslavya etnik sınır çizgileriyle bölündü ve iç savaş Bosna, Hırvatistan Sırbistan arasında başladı. Bu Mostar'da evden eve çatışma görüntüsü. Komşu komşusuyla savaşıyor. Bir yatak odası, insanların mahremiyet paylaştıkları yer, hayatın tohumlandığı yer bir savaş alanı olmuştu. 





  • 1994'te Güney Afrika seçimlerini izledikten üç ay sonra Nelson Mandela'nın yemin törenini gördüm ve şimdiye kadar yaşadığım en ilham verici olay buydu. İnsanlığın sunabileceği en iyi şeylerin hepsine örnekti. Sonraki gün Ruanda için yola çıktım ve bu cehenneme doğru hızla inen bir asansöre binmek gibiydi. Bu adam, bir Hutu ölüm kampından yeni salıverilmişti. Onu uzun süre fotoğraflamama izin verdi ve yüzünü ışığa bile döndü. Sanki onu daha iyi görmemi istiyormuş gibi. Sanıyorum, yüzündeki yaraların dünyaya ne söyleyebileceğini biliyordu.Ancak bu sefer Somali'deki askeri felaketten cesareti kırılmış uluslararası toplum sessiz kalmayı tercih etti ve 800.000 civarında insan katledildi. Hemde kendi yurttaşları tarafından. -bazen de komşuları-





  • Kendisi ailesi ile birlikte demiryolu kenarında bir kulübede yaşıyordu. Bir kolu ile bir bacağını tren kazasında yitirmişti. Hikaye yayınlandığında isimsiz bağışlar yağmaya başladı. Bir fon kuruldu ve şimdi aile kırda bir çiftlik evinde yaşıyor, bütün temel ihtiyaçları karşılanıyor. Bu hiç bir şey satmayan bir hikayeydi. Gazetecilik, insanların doğal cömertlik duyguları için bir kanal oluşturmuş ve okuyuculara yanıt vermişti.





  • Bu adam STK'nın beslenme merkezindeydi ve görebileceği maksimum düzeyde yardım görüyordu. Kelimenin tam anlamıyla hiç bir şeyi yoktu. Sanal bir iskeletti. Ancak yinede hareket edecek cesareti ve isteği kendinde toplayabiliyordu. Vazgeçmedi ve eğer o vazgeçmediyse  dünya üzerinde kim umudunu kaybetmeyi düşünür ki ?