Sayfalar

ÖLÜ ŞEHRİN RADYOSU


  Bir Kuzey Irak Pornosu alt başlığını taşıyan kitabın yazarı Şenol Erdoğan, klişelerden uzak bir askerlik anısı anlatıyor. Gidebileceği yer olmayan o zamanlar da yaşamının belli bir bölümünü geçiriyor. Bu zaman, zamanlar içinde gidebileceği tek yer düşünceleri, kafası. Bu kafanın içinde tıslayarak patlayan kolalar kedi tıslamasına benzetiyordu. Kola şişeleri içinden çıkan insanlar vardı. Bu insanlara bakarken dayak kelimesini düşünüyordu. Dayak kelimesini sürekli tekrar edince yekta kelimesine dönüştüğünü görüyordu. Kelimeler ile beraber dönüşen, değişen hayatlar karşısında şu cümleleri kuruyordu:

(...) "Dayak" tuhaf bir kelime: sopa yemek, kötek gibi...
Dayak olmazsa olmazlık.
"Yemek" ve "atmak", ikisi de, "dayak." -Yenebilen ve atılabilen bir şey dayak.
Sonra sırasını bozuyor düşündüklerinin:
"Dayak" öldürebilen bir şey.
"Dayak" delirtebilen bir şey.
Üstler altları döver.
Çavuşlar erleri -falan filan.
Dövmek zorunda kalırlar:
Yürüsün diye,
ölmesin diye. *

  Dayak kelimesini düşünürken varılabilecek bir sonuç mudur korkmak kelimesi bilinmez. Fakat O dayak kelimesinden önce korkmak kelimesini somut olarak birinin yüzünde net olarak görünce, korkmak ile ilgili düşüncelerini paylaşıyor:

(...) Bazan korkarsın, bazan herkes korkar, ama silahlı bir çatışmanın içinde varolamayacak tek şey korkudur; çadırın içinde korkarsın, yalnızlığından korkarsın, nehrin çağlamasıdır korku, suyun sesinden korkarsın, çakallar gecenin dibinde viyaklar ve bu korkudur, karanlığın dibine doğru batarsın, gecenin bir yarısı zifiri karanlıkta bir bataklıktır geçtiğin ve korku, sevgilini bir daha düzemeyeceğini  düşündüğünde korkuya kapılabilirsin ya da asla sucuklu yumurta yiyemeyeceğini düşünürsen de, ama bir mevzinin içinde, senin de bağlı olduğun, sana bağlı hayatların söz konusu olduğu tanımsız bir anlam bütünü dahilinde yeri olmayan tek duygudur korku. *

  "Al silahı vur onu" diyen bir sisteme karşı 15 yıldır içinde biriken siyah beyaz fotoğrafları cümlelere dönüştürüyor. Bu cümleler, siyah beyaz fotoğraflar bazen renkli fotoğraflara, bazen paragraflara dönüşüyor. Gülümsetiyor. Hüzünlendiriyor. Kitabın sonuna doğru Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiirinden minik bir alıntı, sanırım ölü bedenleriyle, ölü şehirlerinde dünyanın radyosunu dinleyen tüm kağıt gibi yanan çocuklara bir selam.

Yıldız Kenter'den Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiiri:


Ayrıca kitabın bazı bölümlerinden Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk'un sesli okumaları: