Labirent sokakların birinde tecavüz ederken görüyoruz Johnny'yi (David Thewlis). Kaybolmuş hayatların, sokakların birinde düşündüğü tek şey sevişmek veya tecavüz etmek. Sevişme veya tecavüz sonrasında gelen duygular üzerine devletten veya polisten kaçma isteği uyanıyor içinde. Orgazm kısmi bir ölüm ise ve bunun getirdiği heyecan bir sonuç ise varoluşunu bu kaçmadan sonra sorguluyor veya belli bir kesimini bize yansıtıyor yönetmen koltuğundan Mike Leigh.
Johnny'nin çaldığı arabayla vardığı ilk nokta eski arkadaşı Louise'dir (Lesley Sharp). Fakat Louise işinde, gücündedir. Kapıda onu beklemeye koyulur. Bu sırada Louise'nin ev arkadaşı Sophie (Katrin Cartlidge) gelir. Ha hu he he gibi konuşmalardan sonra Sophie Johnny'yi eve davet eder. Çay içtikten sonra sevişirler falan filan.
Üzülmek için nedenler arayan insanoğlunun karşısına çıkıp duran Johnny, karşılaştığı insanları sürekli olarak zorlar. Zorladığı insanlar aramızdaki güvenlik görevlileri, ev sahipleri, fahişelerdir. Modernizmin boş alanları koruduğu, gerçekten maddi ve manevi olarak bom boş alanlardan bahsediyorum, bir toplumda neden varoluşunu sorgulayasın ki. Şuan patronun sana verdiği boş alanı korumakla meşgulsun. Tüm avmlerdeki güvenlik görevlileri asla satın alamayacakları malları korumalı bir 12 saat.
Johnny'nin karşılaştığı bir diğer insan ise beynini geliştirmekten çok pankreasın üstündeki kası geliştirmiş olan adamdır. Dış dünyadan soyutlanan libidonun egoya yönlendirilmesi sonucu oluşan narsizmin vücut bulmuş hali Jeremy'dir (Greg Cruttwell). Sürekli olarak evin içerisinde çıplak gezmesi gizli zenci veya afroamekikan değilse bunu belli ediyor.
Darwinist bakış açısıyla Tanrı'nın, iyinin ve kötünün sorgulanışını, bir şirket kapısının önünde kitap okurken içeriye alan güvenlik görevlisi ile yapar. Bu diyalog filmin en etkileyici bölümüdür. Konuşma aynen şöyledir:
(...) Sana neye inandığımı söyleyeyim mi? Sen hiç bir şeye inanmıyorsun.
Hayır, inanıyorum Brian. Öyle mi? Neye inanıyorsun? Sence amip bir kurbağaya doğru
evrimleşeceğini düşünmüş müdür? Elbette düşünmemiştir. Ve ilk kurbağa kendini
sudan dışarı atıp bir eş bulmak ya da... Bir yırtıcıyı duraksatmak için ses tellerini
görevlendirdiğinde... O ilk varaklamasının dünyadaki bütün lisanlara ve
edebiyata... Doğru evrimleşeceğini hiç hayal etmiş midir sence? Elbette öyle
bir şey düşünmemiştir. Ve nasıl ki o kurbağa Shakespeare’i hiç tasavvur
edemediyse... Biz de kaderimizi asla bilemeyiz. Ben kendi kaderimin ne olduğunu
biliyorum. Evet, fakat tüm bu ortaya konan verilerden ah regresyonlardan... Ve
ön bilgilerden ve şu astral seyahatsal zevzeklikten... Benim edinebildiğim
izlenime göre sen sadece ilk çağlardan kalma bir... Hırıltı çıkarma sorunu yaşıyorsun...
Çünkü evrim henüz sona ermedi. İnsanoğlu ne tamamen var oldu ne de tamamen yok
oldu. Bak eğer zamanın tümünü tek bir yıl ile simgeleştirirsek... Biz ocağın
ilk anlarındayız henüz. Daha gidecek uzun bir yol var. Sadece artık ilave
uzuvlar kanatlar ya da yüzgeçler... Filizlenmeyecek bedenimizde çünkü evrimin
kendisi de evrimleşiyor. Ve mesela sen algı dışı bir anımsama ile kendini bir
zamanlar diyelim ki... 17. yüzyılda Amsterdam’da eski bir değirmende yasayan
bir... Hollandalı kız olarak hayal ederken... Bir gün fark edeceksin ki sadece
bir ya da iki geçmiş ya da gelecek... Varlığa sahip değilsin sen aslında var
olmuş ve var olacak herkessin... Ya da her şeysin. Bekle bir dakika. Az önce
kendinle çeliştin. Aa bunu nereden çıkardın? Alt katta dünyanın sonunu öngörmüştün.
Şimdiyse gelecek hakkında konuşuyorsun. Bunu nasıl açıklayacaksın ha? Kolay. Mahşer
günü geldiğinde mahşerin kendisi... O evrim sıçraması sürecinin bir parçası olmuş
olacak. Evet. Her ne olursa olsun... İnsanoğlu yok olmayacaktır. Yok olmalı. Mahşerin
en temel tanımında... İnsanoğlu en azından madde biçimini alıp doğru yok olacaktır.
"Madde biçimi" derken ne demek istiyorsun? Evrimleşecek. Neye doğru? Maddenin
ötesindeki bir şeye. Saf düşünceden oluşan türlere. Katılıyor musun? Evet. Hayalet
gibi bir şey. Hayır, hayaletle alakası yok seni korkak ibne! Algı kapasitemizin
dışında bir şeye. Evrensel bir bilince. Tanrıya ki o da aynı mantıkla... Zamanın
ta kendisidir. Sen Tanrıya inanmıyorsun ki! Tanrıya elbette inanıyorum. Bak Brian
sorun şu ki... Tanrı nefret dolu bir Tanrıdır. Bunun sebebi... Tanrı iyi olsaydı
şeytanın dünyada ne işi olurdu? Acı nefret açgözlülük ve savaşlar neden var? Hiç
mantıklı değil. Fakat eğer Tanrı boktan bir piç ise "dünyada iyilik neden
var?" diye sorabilirsin. "Aşk umut ve zevk neden var?" diye
sorabilirsin. Gel şununla yüzleşelim. İyi kötü tarafından düzülmek için vardır.
İyinin yadsınamaz varlığı kötünün hava basmasını sağlar. Bu yüzden Tanrı
kötüdür. Ve kaç tane geçmiş ya da gelecek varlığın olursa olsun... Bunların
tümü acı ve ıstırap ve hastalık ve ölüm tarafından... Delik deşik edilecektir. Görüyorsun
Brian Tanrı seni sevmiyor. Tanrı seni küçümsüyor. Yani hiç umut yok... Ve insanoğlu
sadece şeytanın kendi kendini yarattığı... Cihazın bir bileşeni. Katılıyor
musun? Temelde benim söylediğim... Bir kaç tane yumurta kırmadan omlet yapamazsın...
Ve insanoğlu sadece kırık bir yumurtadır...
Ve omlet... Berbat kokuyor. *