Sayfalar

BELKİ




Erinip saptığın o boşluktan yolda
Takılırdın çelmesine o beyaz çizgilerin
Serilip karışabilseydin asfalta
Kavuşsaydın o ziftten karasına geçmişin
Çengeline dahi alışabilseydin
Kendi kısık sesinin
O vakit arınırdı belki izin
Ve seni cazip kılan gizin
Üzerinden geçseydin silinen yerimizin
Olamadığımız bir biz'in
Gömleğinin düğmelerine dek seni affedebilirdim
Susardım yine
Ve hatta susardım suluğumun deşildiği
O nahoş sevmelerine




Hırsızlar Dolaşıyor

    Daha geçenlerde oldu. Bir dostun yanında bir dostu kaybettim. Ayak yapmakla suçlanır bazen insanlar. Haketmediğim kalibrede mermiler sıkılıyor. Geçmişte yaşayan insanlara acıyarak bakılırmış sonradan öğrendim. Geleceğe bakmak lazımmış. Ama düşünmek lazım geçmişte yaşayan insanlar mı daha zavallıdırlar, gelecekten bir şey umanlar mı? Bence ikisi de değil, zaman ve mekanla alakası yoktur yaşama sevincinin, mutluluk pozlarının, dost kazıklarının, dost omzunun, çiçek abbasın, raysız trenlerin, penguenlerin, kirli merdivenlerin, kepenklerin, kutuların ve kemerlerin hayata dair ne varsa işte, çünkü hayata dair çok şey var. Son 5 dakikadır microsoft word de ki baygın gözlü ataçla kesişiyoruz. Bir sikim yazamıyon dimi bakışları atıyo bana. Ben de ona sesli bi şekilde soruyorum; seni daha önce yazan oldu mu acaba ? Bazen çok fazla soru kipi olur gözlerde, ama anlayamam soruları ya da anlamak istemem. Düşünce hırsızlığı bir insanlık suçudur. Doğum günü kutlamaları kötü şeyler, pasta alınır üstüne mum konur, hediyeler açılır doğan kişi alınır çünkü beğenmez hediyeyi. Sıkılmalar başlar hisseder bunu doğmasıyla bu kutlamanın ne alakası olduğunu düşünen kişi. Ama olayın asıl kahramanı en ücra köşededir; arkadaşının zoruyla gelmiş kimseyi tanımayan, muhabbete dahil olamayan, üstünde sürekli kim lan bu bakışları gezen asosyal adam. Ben değil bir arkadaş.

    Daha geçenlerde oldu. Bir dostun yanında bir dostu kaybettim. Bir lokma true romance, bir yudum Mamak türküsü iyi gider. Zor oldu açıkçası, ama basite indirgedim sevgimi, küçümsedim, küfür ettim, dedikodular çıkardım onun için, aldım karşıma yalansın sen dedim aşşalık bir yalansın sadece. Gözleri doldu sevginin, acımadım ona, zaten yeterince acınacak sevgiler beslemiştim içimde. Durmadım da bağırmaya çağırmaya devam ettim, üstüne yürüdüm sıkıştırdım odanın köşesine. Sindi hemen, eğildim yavaşça, baktım gözyaşları durmuştu anladım o zaman bittiğini gözyaşları durduysa bir sevgi daha bitmiş demektir. Bıraktım onu karanlık odada son kez bakmadım arkama çünkü odada hiç bir şey olmadıgını bilecek kadar kafam yerindeydi. Amına kodumun kafası niye yerındeyse.YAŞASIN DELİLER, YAŞASIN DELİLER, YAŞASIN DELİLER!!!!

    Sonra geçtim karşısına aynanın dedim ki kendime; hırsızlar dolaşıyor hırsızlar yalan koyarlar cebine ruhunu çalarlar oğlum senin.

Daha geçenler de oldu. Bir dostun yanında bir dostu kaybettim.


Herkesin Kendi Sineması

    Cannes Film Festivali'nin 60. yılı için tanınmış yönetmenlerin hazırladığı doğum günü hediyesi. Orjinal adı ''Chacun Son Cinema Ou Ce Petit Coup Au Coeur Quand La Lumiere S'eteint Et Que Le Film Commence'' olan kısa film seçkisi. İsimdeki subliminal mesajı bulana ücretsiz olarak blog devredilir.
    
    Yönetmenlerin sinema ve sinema salonları hakkındaki naif düşünceleri ortalama 3er dakikalık kısa filmler ile anlatılıyor. Yönetmenler ise, Jean-Pierre and Luc Dardenne, David Lynch, Lars von Trier, Roman Polanski, Ken Loach, Joel and Ethan Coen, Chen Kaige, Wim Wenders, Walter Salles, Abbas Kiarostami, Bille August, Elia Suleiman, Manoel de Oliveira, Wong Kar Wai, David Cronenberg, Michael Cimino, Gus Van Sant, Claude Lelouch, Raoul Ruiz, Tsai Ming-liang, Youssef Chahine, Olivier Assayas, Aki Kaurismaki, Atom Egovan, Jane Campion, Amos Gitai, Zhang Yimou, Alejandro Gonzalez Inarritu, Hou Hsiao-hsien, Nanni Moretti, Andrei Konchalovsky, Theo Angelopoluos, Takeshi Kitano, Raymond Depardon. 


Not: Bulunan filmler paylaşıma sunulacaktır. Bulunana kadar esen kalın.

Renkli Pencere

   En fazla kalın bir kitaba başlattın. Bir kaç kere boşluğa baktım. Ne oldu dedi arkadaşlar, yok bir şey amk dedim. Bu kadar.

   Dışarıda yağmur yağdığını çok geç fark ettim. Neden bir pencere yağmur sesini kesecek kadar kapalı olur ki? İstismar edilmeye devam ediyor yağmur, romantik yalnızlar tarafından.

   Kitaplık olarak ilan ettiğim masanın üstünde okunmayı bekleyen kitapları açarım arada. Bir kitabın ilk sayfasını okuduktan sonra bitirmek lazım, en azından okunmalı yarısına kadar, yazara değil de daha çok sayfa numaralarına ayıp. Duvarlarda çok boş kaldı. Bir kaç poster asmak lazım en azından Alabama olmalı karşı duvarda. Biliyor musun, biliyor musun ile başlayan cümleler genelde ben kelimesiyle devam eder. Pek bir boka da benzemezler.

   
Geçen gün yırtıcı hayvanlarında açlıktan ölebildiğini gördüm bir belgeselde. Ne garip, bir gün kralsın, bir ay sonra kemiklerini sayıyor televizyon karşısında kendi evinin monoton kralları olan iki züppe. Onu bunu bırak da ben bu zaman kadar en çok İsmail abiye üzüldüm. Renkli hayal dünyasının en çok gülen kahramanı olmak istedim. Giydiği renkli bir gömleğin cebine saklanmak istedim bazen. Bir gün karşıma gelip: asıl sen kendine üzül lan pezevenk derse, gidip renkli bir ceket alırım bende. Zaten mutsuzluğu da zaman dilimlerine sıkıştırmaya çalışmışlar. Çok zorlanıyoruz şu teselli meselesinde ben ve dostlarım. Zamana bırakmamak lazım, eskimeye başlıyoruz.

Siktir et şimdi bu yazıyı da Pilli Bebek dinle, çok sağlam grup.

Yağmur mu durdu? Amına kodumun penceresi.


SANRI

Şimdi sıyrıldı zamandan
Birkaç yılın sürüklediği an
Ve acımda pıhtılaşan hatıran
Ki istesem kurtulurdum tavanı alçak odalardan
Vazgeçseydim derinin içine kaçan
Tüm o mahcup suçlarından
Koşardım kollarından olabildiğince uzağa
Unuturdum kokunun geniz yakan tavrını
Sanırım yanılırdım
Biraz yalın kalırdım
Mesela seçme hakkım olsa da
Ellerinde kalırdım
Avuçlarını tanırım
Kavuşmaya utanır
Sızardım çarşaflardan karyolanın altına
O zaman ki muhtemel
Bir göğe bakacaktım
Kirpiğinden saçılan ışıktan yanacaktım
Ve kanacaktım kanılmaya müsait sularına
Dalacaktım
Terinin tuzuna ekmekler banacaktım
Ruhumla fayansların arasından sızacaktım
Kustuğun sarhoşluğu yağmurum sanacaktım
Sesinin tınısından son hızla kayacaktım
Tadıma varacaktın sözlerini yutarken
Dur gitme daha erken
Bir tekila söyle istersen




Kesik


Gırtlağıma kadar korkuya battım.
Tuttum sıkıca yüreğimi
Atışlarını hissetmeye çalıştım
Kan oldu ellerim
Tuttum kanlı ellerimle ellerini
Yüreğim ellerinde kayıp.
Ne de güzel akar kan kollarından

Unutur gibi olmam seni
Verdiğin çakıda ki en keskin yersin sen.


Gamzen;
Derin
Karanlık
Korkak
Ne de güzel saçlarının çimdeki gölgesi.






Sen şimdi koluna bir kesik atarsın
Benim cümlelerim düşer
Sen şimdi bir adama aşık olursun
Ben dilime bir kesik atarım.

The Artist mi?

1927... Sinemanın ilk dönemleri, sessiz film dönemi. Sinema sanatının içerisine müzik sanatının tam olarak yerleşmediği yıllar. Renksiz nesnelerin var olduğu ama ''renkli'' insanların canlandırdığı bu dönemden sesli döneme geçerken George Valentin'in (Jean Dujardin) yaşadığı dram.

G. Valentin sessiz dönemin yıldızı, çıkması gereken tüm merdivenleri mimikleriyle, sessizliğiyle çıkmıştır. Keşfedilmesi gereken bir yönü kalmamış ve artık sessizliğe bürünmeye başlamıştır.



Sektörün merdivenler işleyişini devam ettirmek için Peppy Miller'a (Berenice Bejo) ihtiyacı vardır. Sesli film dönemine geçiş için yeni bir yüz, yeni bir sese ihtiyaç vardır. Merdivenlerin tepesinde artık dansı ile Peppy Miller vardır. Bu tepeden göz kırparak merdivenin aşağısında kalanları selamlar.


Film en yüzeysel yorumu ile bu şekilde, tüm klasikleri içinde barındırıyor. Hikayesi en alışık olduğumuz bir hikaye, Yeşilçam melodramlarına benzer bir durum var. Pek fazla sürpriz bir durum olmamasına rağmen kendisini izlettiriyor. Filmin en güzel yanı 2011'de böyle bir film yapılması ve siyah beyaz o dönemleri tekrar yaşatması.

Land and Freedom / Ülke ve Özgürlük

Büyük buhranın ardından tüm dünyada milyonlarca insan işsizliğe mahkum edilmişti. Bu buhranla beraber sarsılan kapitalist sisteme karşı yükselen sınıf hareketlerini bastırmak için faşist hareketlerinin yükselişe geçmesi gerekiyordu. İspanya'da bu durum Franco ile gerçekleşti.

Bu dönemde İspanya işçi sınıfı büyük grevler düzenliyor, köylüler parlamentodan toprak reformu istiyordu. İsteklerinin yanıtsız kalması İspanya'nın giderek bir iç savaşa sürükledi. İspanya'nın bu iç savaşını arka fona yerleştiren Ken Loach aynı zamanda Stalinist düşünceye karşı bir eleştiri getiriyor. Liverpool'da izlediği bir belgesel sonucu İspanya'da ki POUM (Birleşik Marksist İşçi Cephesi) milislerine katılan Britanya Komünist Partisi'ne üye David'in hikayesini odağa yerleştiriyor.


Milislerin Rusya'dan yardım alamaması, mücadelenin kimi noktalarda gerilemesine neden oldu. Beklenen yardımın geçte olsa gelir ama Stalin'nin bir şartı vardır: milislerin düzenli orduya geçmesi. Kendi mücadelelerinin bir türlü olumlu sonuç vermemesi nedeniyle David düzenli orduya katılır. Stalinist İspanya Komünist Partisi David'in bu hareketini fırsat bilerek POUM'u yasa dışı ilan eder, gazetelerini kapatır, liderlerini tutuklar. David ise bu ihanet karşısında düzenli orduyu terk eder ve POUM'a geri döner. Bu geri dönüş ile beraber mücadele artık sadece Franco ile değil aynı zamanda Stalin ile olur.

Filmdeki önemli sahnelerden biri de toprak ''mülkiyeti'' kavramı üzerine yapılan tartışmadır. Toprak sahibi olan ve olmayan köylülerin, milislerin, anarşistlerin, Stalinistlerin, Troçkistlerin  bulunduğu bu tartışmada kim ak göt kim kara göt belli oluyor.

Diğer önemli sahne ise solun kendi içerisindeki fraksiyon farklılıklarının birbirleriyle olan savaşını da cüsse olarak baya büyük bir teyzemin yoldan geçerken maruz kaldığı çatışmada (iki anti-franco'cu) ''siz salak salak birbirinizi vururken, biz aç kalıyoruz'' demesi hem gülümsetti hem de durumu özetledi.

Filmi izlettiren başka bir neden ise müzikleridir;


Graffitiger

Yönetmen ve Senarist: Libor Pixa

Esprili ve hafif melankolik animasyonda yalnızlıktan bıkmış, Prag duvarlarında yaşayan graffiti kaplanın hikayesi anlatılmaktadır. Pis sokaklarda, duvarları graffitilerle dolu bu şehir yabani bir orman gibidir ve kahramanımız kaybettiği aşkını aramaktadır.